Evrensel Barış İçin Tek Bir Sevda Hikayesi Yetebilir!
Yazmak dünyanın en zor işiymiş. Yazmak, her şeyden evvel insanın kendisini anlaması, keşfetmesi, tanıması ve anlamlandırmasıdır. Sonra en dar halkadan başlayıp, suyun üzerine düşen bir taşın oluşturduğu halkalar misali, bir sonraki daha geniş halkayla devam edip en geniş halkaya varıncaya kadar insanları, yaşanılan çevreyi ve olup biten her şeyi aynı şekilde anlamak, keşfetmek, tanımak ve anlamlandırabilmektir. Onun için yazmak demek, bir yerde ve aynı anda, derin sezgi gücüne sahip bir sosyolog, çok iyi bir psikolog, kabiliyetli bir hekim, sabırlı bir öğretmen, emeğe aşık bir zanaatkâr, kelimelerle resim yapabilecek kadar hünerli bir ressam, herkesin yerine kendini koyabilen müthiş bir tiyatrocu, tasavvur gücü alabildiğine geniş bir senarist ve bütün bunlarla beraber hepsini bir armoni içinde işleyebilen başarılı bir yönetmen olabilmek demektir.
Öyle olunamasaydı Jean Valjean'ın baş döndüren değişimi anlatılabilir miydi? Öyle olunamasaydı Raskolnikov'un işlediği korkunç cinayet açığa çıkartılabilir miydi? Çıkartılırken de 'Raskolnikov, o cinayeti işlemekte haklıymış' dedirtecek kadar farklı psikolojik tahliller yapılabilir miydi? Öyle olunamasaydı Martin Eden'in hayran olunası hayat hikayesi kaleme alınabilir miydi? Öyle olunamasaydı Kafka'nın 'Dönüşüm'ündeki insandan böceğe geçişin hüzünlü serancamı resmedilebir miydi? Asla hiç birisi edilemezdi. Buradan yola çıkarak diyebilirim ki, yazarlık demek, ilk insandan son insana kadar, bütün bir insanlığın yaşamını, o yaşamın içindeki tüm faaliyetlerini ve o faaliyetlerinden kaynaklanan ne varsa; mutluluktan kedere, aşktan terkedilmişliğe, kavuşmaktan hasrete, barıştan kavgaya, terakkiden tedenniye kadar bütün serüvenlerini tek başına kaydetme ve muhafaza etmeye talip olmak demektir. Bu açıdan yazar, tek başına talip olduğu bu meslekten dolayı, sonsuza dek Tanrıdan sonra bütün bir varlığın tek şahidi ve tek varisidir.
Evrensel Barış İçin Tek Bir Sevda Hikayesi Yetebilir!
Yazmak dünyanın en zor işiymiş. Yazmak, her şeyden evvel insanın kendisini anlaması, keşfetmesi, tanıması ve anlamlandırmasıdır. Sonra en dar halkadan başlayıp, suyun üzerine düşen bir taşın oluşturduğu halkalar misali, bir sonraki daha geniş halkayla devam edip en geniş halkaya varıncaya kadar insanları, yaşanılan çevreyi ve olup biten her şeyi aynı şekilde anlamak, keşfetmek, tanımak ve anlamlandırabilmektir. Onun için yazmak demek, bir yerde ve aynı anda, derin sezgi gücüne sahip bir sosyolog, çok iyi bir psikolog, kabiliyetli bir hekim, sabırlı bir öğretmen, emeğe aşık bir zanaatkâr, kelimelerle resim yapabilecek kadar hünerli bir ressam, herkesin yerine kendini koyabilen müthiş bir tiyatrocu, tasavvur gücü alabildiğine geniş bir senarist ve bütün bunlarla beraber hepsini bir armoni içinde işleyebilen başarılı bir yönetmen olabilmek demektir.
Öyle olunamasaydı Jean Valjean'ın baş döndüren değişimi anlatılabilir miydi? Öyle olunamasaydı Raskolnikov'un işlediği korkunç cinayet açığa çıkartılabilir miydi? Çıkartılırken de 'Raskolnikov, o cinayeti işlemekte haklıymış' dedirtecek kadar farklı psikolojik tahliller yapılabilir miydi? Öyle olunamasaydı Martin Eden'in hayran olunası hayat hikayesi kaleme alınabilir miydi? Öyle olunamasaydı Kafka'nın 'Dönüşüm'ündeki insandan böceğe geçişin hüzünlü serancamı resmedilebir miydi? Asla hiç birisi edilemezdi. Buradan yola çıkarak diyebilirim ki, yazarlık demek, ilk insandan son insana kadar, bütün bir insanlığın yaşamını, o yaşamın içindeki tüm faaliyetlerini ve o faaliyetlerinden kaynaklanan ne varsa; mutluluktan kedere, aşktan terkedilmişliğe, kavuşmaktan hasrete, barıştan kavgaya, terakkiden tedenniye kadar bütün serüvenlerini tek başına kaydetme ve muhafaza etmeye talip olmak demektir. Bu açıdan yazar, tek başına talip olduğu bu meslekten dolayı, sonsuza dek Tanrıdan sonra bütün bir varlığın tek şahidi ve tek varisidir.