Kadim bir geçmişe sahip olan iki millet arasındaki ilişkileri, bin yıllık bir tarih çerçevesinde, belirli bir sayfa sayısı aralığında kaleme almak bir araştırmacı için gerçekten zor bir iş. Üstelik her tarih diliminde büyük olayların yaşandığı Anadolu gibi çok hareketli bir coğrafyada, bu iki millet arasındaki ilişkiler halen bir şekilde devam ediyorsa ve bir sorun etrafında çıkmaza sürüklenmişse söz konusu zorluğun derecesi daha da artacaktır. Mevcut tabloya baktığımızda görüyoruz ki başka milletler ve siyasi aktörler devreye girmiş ve aktörler "büyük devletler, "siyaset yapıcıları" olarak hâkim güç konumuna gelmişlerdir. Böyle olunca, kullanılacak dil ve üslubun da önem arz ettiği bu puslu odaya hiç girmeden kapıyı kapatıp çıkmak daha akıllıca görünüyor. Belki de bu zorluklar Türkiye'deki akademisyenleri böyle karmaşık ve siyasallaşmış bir çıkmazı araştırmaya teşebbüsten uzak tutuyor. Dahası, ilişkilerin gerçek bir tarihî zemine oturtularak yazılabilmesinin, neden ve kimin için yazılacağının, yazılanların merak gidermek için mi yoksa bir fayda merkezli mi olacağının belirlenmesi bile bu ilişkileri yazmak konusunda araştırmacıları düşündürüyor. Soruna dönüşmüş ilişkileri cesaretle yazmak hevesinde olan tarihçiler, görüyorlar ki saha çok bakirdir; araştırma yapacak, yazacak çok başlık ve konu vardır, Türkiye tarafı henüz yolun başındadır. Türk-Ermeni ilişkileri ülkemizde üzerinde 1970'lerde kalem oynatılmaya başlanılan bir ilişkiler yumağıdır. Ayrıca yaşanmış olayların çarpıtılarak kaleme alındığı ve Türkler hakkında bir karalama kampanyasına dönüştürüldüğü, Türk ve Müslüman imajlarının yıkıldığı 19. yüzyıl dünyasından doğarak 2020'lere uzanan, toplum üzerinde bir propaganda aracına dönüştüğü için de kafaların çok karışık olduğu bir saha olduğu şüphe götürmez. Bu karmaşayı açık, anlaşılır, toplumun her seviyesinden insanın anlayabileceği bir dille, ama doğru bilgi kaynaklarına dayanarak yazmak bu kitabın ana hareket noktası oldu. İlişkilerdeki bütün detayların ele alınamadığını, bazen çok kısa bilgilerle yetinildiğini de ifade etmek isterim. Ancak ele alınan başlıkların da bir yerde sona ermesi gerekiyordu. Bir ülkenin millî tarihi, o ülkenin kendisini nasıl tanımladığının hayati bir parçasıdır ve bu nedenle çoğu zaman tartışmalıdır. Bu millî tarih anlayışı, pek çok devlet tarih kurumunun kurulduğu 19. yüzyıldan beri bütün tarih mesleğinin belkemiğini oluşturmuştur. XIX. ve XX. yüzyılda Avrupa'da güçlenen Türk düşmanlığı, temelde Hristiyanların korunması ve bağımsızlık sürecinin desteklenmesi amacına dayanıyordu. Yunan bağımsızlık hareketi ve Mora'daki katliamları boyunca onların yaptıkları görmezlikten gelinerek bağımsızlık yolunda her eylemleri meşru gösterildi. Başarılı sonuçlar veren bu yöntemler Sırplar, Bulgarlar ve Ermeniler için de sırasıyla uygulandı. Ancak bir farkla ki "Büyük Ermenistan" Doğu Anadolu'da bir türlü mümkün olmadı. Çarpık bir tarih tezine yaslanan Ermenilerin Türkiye'ye karşı çabalarında kendi adlarına başarılı olmaları sonucu Türkiye içinde ve dışında Türkiye karşıtı bazı gruplar da kendi soykırım tezleriyle ortaya çıkmışlardır. Bunlardan en bilinenleri Pontuslu Rumlar ve Süryanilerdir. Ermeni, Pontuslu Rum ve Süryaniler faaliyetlerini aynı temele dayandırmışlar ve bugün soykırım çalışmaları literatüründe genel olarak "Son dönem Osmanlı soykırımları" diye bir ifadenin yerleşmesini sağlamışlardır. Bu kitap, geçen 30 yıllık çalışmalarını Türk-Ermeni ilişkilerine yönlendirmiş bir araştırmacının bu zamana kadar yapmış olduğu çalışmalarının, toplumun bütün kesimlerine hitap edecek bir kalemle yazılmış özeti mahiyetindedir. Bu sebeple verilen bilgilere dair kaynak göstermek yerine topluca sonda kaynakçaya gidilmiş olması yadırganmasın; sahaya ilgi duyan okuyucular rahatlıkla temin edebilecekleri bu kaynaklara ulaşma yoluna gitsinler, doğru bilgilerin doğru kaynaklarını orada bulabileceklerdir.
Kadim bir geçmişe sahip olan iki millet arasındaki ilişkileri, bin yıllık bir tarih çerçevesinde, belirli bir sayfa sayısı aralığında kaleme almak bir araştırmacı için gerçekten zor bir iş. Üstelik her tarih diliminde büyük olayların yaşandığı Anadolu gibi çok hareketli bir coğrafyada, bu iki millet arasındaki ilişkiler halen bir şekilde devam ediyorsa ve bir sorun etrafında çıkmaza sürüklenmişse söz konusu zorluğun derecesi daha da artacaktır. Mevcut tabloya baktığımızda görüyoruz ki başka milletler ve siyasi aktörler devreye girmiş ve aktörler "büyük devletler, "siyaset yapıcıları" olarak hâkim güç konumuna gelmişlerdir. Böyle olunca, kullanılacak dil ve üslubun da önem arz ettiği bu puslu odaya hiç girmeden kapıyı kapatıp çıkmak daha akıllıca görünüyor. Belki de bu zorluklar Türkiye'deki akademisyenleri böyle karmaşık ve siyasallaşmış bir çıkmazı araştırmaya teşebbüsten uzak tutuyor. Dahası, ilişkilerin gerçek bir tarihî zemine oturtularak yazılabilmesinin, neden ve kimin için yazılacağının, yazılanların merak gidermek için mi yoksa bir fayda merkezli mi olacağının belirlenmesi bile bu ilişkileri yazmak konusunda araştırmacıları düşündürüyor. Soruna dönüşmüş ilişkileri cesaretle yazmak hevesinde olan tarihçiler, görüyorlar ki saha çok bakirdir; araştırma yapacak, yazacak çok başlık ve konu vardır, Türkiye tarafı henüz yolun başındadır. Türk-Ermeni ilişkileri ülkemizde üzerinde 1970'lerde kalem oynatılmaya başlanılan bir ilişkiler yumağıdır. Ayrıca yaşanmış olayların çarpıtılarak kaleme alındığı ve Türkler hakkında bir karalama kampanyasına dönüştürüldüğü, Türk ve Müslüman imajlarının yıkıldığı 19. yüzyıl dünyasından doğarak 2020'lere uzanan, toplum üzerinde bir propaganda aracına dönüştüğü için de kafaların çok karışık olduğu bir saha olduğu şüphe götürmez. Bu karmaşayı açık, anlaşılır, toplumun her seviyesinden insanın anlayabileceği bir dille, ama doğru bilgi kaynaklarına dayanarak yazmak bu kitabın ana hareket noktası oldu. İlişkilerdeki bütün detayların ele alınamadığını, bazen çok kısa bilgilerle yetinildiğini de ifade etmek isterim. Ancak ele alınan başlıkların da bir yerde sona ermesi gerekiyordu. Bir ülkenin millî tarihi, o ülkenin kendisini nasıl tanımladığının hayati bir parçasıdır ve bu nedenle çoğu zaman tartışmalıdır. Bu millî tarih anlayışı, pek çok devlet tarih kurumunun kurulduğu 19. yüzyıldan beri bütün tarih mesleğinin belkemiğini oluşturmuştur. XIX. ve XX. yüzyılda Avrupa'da güçlenen Türk düşmanlığı, temelde Hristiyanların korunması ve bağımsızlık sürecinin desteklenmesi amacına dayanıyordu. Yunan bağımsızlık hareketi ve Mora'daki katliamları boyunca onların yaptıkları görmezlikten gelinerek bağımsızlık yolunda her eylemleri meşru gösterildi. Başarılı sonuçlar veren bu yöntemler Sırplar, Bulgarlar ve Ermeniler için de sırasıyla uygulandı. Ancak bir farkla ki "Büyük Ermenistan" Doğu Anadolu'da bir türlü mümkün olmadı. Çarpık bir tarih tezine yaslanan Ermenilerin Türkiye'ye karşı çabalarında kendi adlarına başarılı olmaları sonucu Türkiye içinde ve dışında Türkiye karşıtı bazı gruplar da kendi soykırım tezleriyle ortaya çıkmışlardır. Bunlardan en bilinenleri Pontuslu Rumlar ve Süryanilerdir. Ermeni, Pontuslu Rum ve Süryaniler faaliyetlerini aynı temele dayandırmışlar ve bugün soykırım çalışmaları literatüründe genel olarak "Son dönem Osmanlı soykırımları" diye bir ifadenin yerleşmesini sağlamışlardır. Bu kitap, geçen 30 yıllık çalışmalarını Türk-Ermeni ilişkilerine yönlendirmiş bir araştırmacının bu zamana kadar yapmış olduğu çalışmalarının, toplumun bütün kesimlerine hitap edecek bir kalemle yazılmış özeti mahiyetindedir. Bu sebeple verilen bilgilere dair kaynak göstermek yerine topluca sonda kaynakçaya gidilmiş olması yadırganmasın; sahaya ilgi duyan okuyucular rahatlıkla temin edebilecekleri bu kaynaklara ulaşma yoluna gitsinler, doğru bilgilerin doğru kaynaklarını orada bulabileceklerdir.
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 98,40 | 98,40 |
2 | 51,17 | 102,34 |
3 | 35,42 | 106,27 |
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 98,40 | 98,40 |
2 | 51,17 | 102,34 |
3 | 35,42 | 106,27 |
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 98,40 | 98,40 |
2 | 51,17 | 102,34 |
3 | 35,42 | 106,27 |