Maraşlı, Kürt-Alevi-Solcu bir ilkokul öğretmeninin, 1980-1990 dönemini kapsayan anı-romanı. Ali Rıza Aksın kendi hayatından acı-tatlı on yıllık bir dönemi anlatıyor. Maraş katliamıyla ve 12 Eylül hapishaneleriyle, hapishanenin bir bölümündeki işkence feryatlarıyla başlayıp mutsuz bir evliliğin pişmanlığıyla sona eren bir on yıl. Öğrencilerine dayak atmamakta sebat eden, onları, bir ölçüde arkadaşça bir dayanışmayla ortak bir çalışmaya sevk edebilse de sonunda içlerinde köklü bir şekilde yer etmiş ispiyonculuk ve dayak arsızlığı eğilimine yenik düşen idealist bir öğretmenin acı öyküsü.
Taşranın bitmeyen karanlığı, taassubu, arkadan kuyu kazmaya, dedikoduya, kumpasa dayanan kültürü içinde ayakta kalmaya, hayat neşesini kaybetmemeye çalışan insan manzaraları. Aksın, taşranın ve köyün dar sınırları içine hapsolmuş, "kuyu"nun dibindeki insanların çileli hayatlarını doğal akışı içinde anlatırken, onları ne idealize eden ne de yerin dibine geçirip küçümseyen, saplantılardan uzak bir objektifliği tutturmasını bilmiş. Suya düşen "kırmızı fare"nin boğulmasını beklerken, onunla göz göze gelen de aslında bir kurban değil midir?
Maraşlı, Kürt-Alevi-Solcu bir ilkokul öğretmeninin, 1980-1990 dönemini kapsayan anı-romanı. Ali Rıza Aksın kendi hayatından acı-tatlı on yıllık bir dönemi anlatıyor. Maraş katliamıyla ve 12 Eylül hapishaneleriyle, hapishanenin bir bölümündeki işkence feryatlarıyla başlayıp mutsuz bir evliliğin pişmanlığıyla sona eren bir on yıl. Öğrencilerine dayak atmamakta sebat eden, onları, bir ölçüde arkadaşça bir dayanışmayla ortak bir çalışmaya sevk edebilse de sonunda içlerinde köklü bir şekilde yer etmiş ispiyonculuk ve dayak arsızlığı eğilimine yenik düşen idealist bir öğretmenin acı öyküsü.
Taşranın bitmeyen karanlığı, taassubu, arkadan kuyu kazmaya, dedikoduya, kumpasa dayanan kültürü içinde ayakta kalmaya, hayat neşesini kaybetmemeye çalışan insan manzaraları. Aksın, taşranın ve köyün dar sınırları içine hapsolmuş, "kuyu"nun dibindeki insanların çileli hayatlarını doğal akışı içinde anlatırken, onları ne idealize eden ne de yerin dibine geçirip küçümseyen, saplantılardan uzak bir objektifliği tutturmasını bilmiş. Suya düşen "kırmızı fare"nin boğulmasını beklerken, onunla göz göze gelen de aslında bir kurban değil midir?