9789753297592
509112
https://www.ekinkitap.com/olmeden-once
Ölmeden Önce
346.50
Murat Kınıkoğlu'nun, kimi sorgusuz sualsiz biat eden, kimi kıstırılmışlık duygusuyla boyun eğen, kimi ise sorgulamaktan sonuna kadar vazgeçmeyen karakterleri sizi hem düşündürecek hem güldürecek.
Malatya'daki bir Nakşibendi Tarikatı'nın son iki temsilcisi üzerinden dini kendi emellerine alet edenlerin ülkeye ve insanlara vereceği zararları ve Doğu'nun akl-ı piranesi ile Batı'nın bikr-i fikrini bir araya getirmenin olumlu sonuçlarını anlatıyor. Bilhassa 90'lı yıllarda sıkça karşımıza çıkan tarikat ve temsilcilerinin aradan geçen zamanda, toplumda nasıl kanıksandığını ve daha önce kendi içine kapalı yaşayan bu toplulukların bugün ne kadar güçlendiklerini eğlenceli bir şekilde aktarıyor. Murat Kınıkoğlu ile "Bunu bir aydınlanma romanı olarak yazdım" dediği yeni romanı Ölmeden Önce'yi konuştuk.
- Bozkırın Efendisi tarihi bir romandı. Ölmeden Önce ise nisbeten bugünlere uzanıyor. Konu ve tür açısından bakarsak Türkiye'nin meselelerine yöneldiğinizi söyleyebilir miyiz?
- Yazmayı seviyorsanız, anlatacak bir hikâyeniz de varsa konu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Türk tarihi denince hepimizin aklına Osmanlı geliyor. Sanki daha önce yokmuşuz da İslâm'la birlikte ortaya çıkmışız gibi. İlk romanım Bozkırın Efendisi'nde bu imajı değiştirmeye çalıştım. Ölmeden Önce'ye gelince... Günümüz Türkiyesi'nin en büyük sorunu, ülkenin gidiş yönünün uygar Batı dünyasından mistik Doğu dünyasına çevrilmesidir. Benim yaşımda olanlar kendi çocukluklarıyla günümüz Türkiyesi'ni kıyaslıyor ve aradaki farkı görüyor. Büyüklerimiz ve basındaki liberal akıl hocalarımız "Korkmayın hiçbir şey olmaz" diyor. Umarım haklı çıkarlar. Umarım bugün savundukları özgürlük ve haklar, gelecek yıllarda kendilerine tanınır. Aydın kesimin gerçeklere ışık tutma gibi bir görevi olduğunu düşünüyorum. Ölmeden Önce'yi bu görev bilinciyle, Batı ile Doğu, bilim ile dogma arasındaki çatışmanın bir tarafı olarak yazdım.
- Kitabın karakterleri, tıpkı 'romantik edebiyat' anlayışındaki gibi. İyiler hep iyi, kötüler hep kötü... Gerçekten de insanlar daima iyi ve daima kötü olarak mı sürdürürler yaşantılarını?
- İstisnaları saymazsak evet. En iyiye beyaz, en kötüye siyah diyelim, herbirimizin bu iki uç arasında bir yeri-rengi vardır. Kimse siyah, kimse beyaz değil, hepimiz grinin tonlarıyız. Bu tonlamada genetik mirasın önemi çok büyüktür. 10 yaşında iyi kalpli olan bir çocuk çok büyük ihtimalle 80 yaşında tonton iyi kalpli bir dede olacaktır. Nitekim son yıllarda yapılan çalışmalar bazı karakter özelliklerinin büyük ölçüde genetik yapıya bağlı olduğunu gösterdi. Genetik yapınız şiddete meyilliyse, üzerine bir de kötü çevre eklendi mi iyice siyaha yaklaşıyorsunuz. Buna karşılık edebiyatta 'karakterizasyon' dediğimiz bir şey vardır. Okura veya seyirciye kötü olarak tanıttığınız karakteri kurgunuzla bir köşeye sıkıştırıp karar vermesi için zorladığınızda içindeki iyilik ortaya çıkar. Bu, okura veya seyirciye çok güzel bir duygu verir.
ÖLÜM HEPİMİZİN EN BÜYÜK KORKUSUDUR
- Romanda bütün karakterlerin hayatını, kaderini 'aşk' ve karşı cinsle olan ilişki şekilleri belirliyor. 'Aşk'ın belirleyici olduğu bir roman, demek ne kadar doğru olur sizce?
- Ölmeden Önce'yi bir 'aydınlanma romanı' olarak yazdım. Ana karakterlerden biri, düştüğü bunalımdan tarikat öğretisiyle çıkacağını sanan bir Cumhuriyet çocuğu. İrfan Bey ise bu genç adama aklın yolunu göstermeye çalışıyor. 'Ölüm' hepimizin en büyük korkusu. Ölümle yüzleşen kişilerin geçmişlerini ve hayat felsefelerini sorgulamaları olağan. Beş vakit namazında bir sofu, ölümle karşılaştığında inkâra yeltenebilir ya da tam aksi o güne kadar alnı secdeye değmemiş kişi camiden çıkmaz olur. Ölüm korkusundan kurtulmanın yollarından biri dünya nimetleriyle hemhâl olmaktır. Şeyh Efendi'nin din adamı iddiasında olmasına karşın parayı çok seven kardeşi Vakkas, mevcut dört karısıyla yetinmeyip yeni aşkların, masum güzelliklerin peşine düşüyor. Okur, onun hedefine ulaşmak için yaptıklarına, özellikle dini kuralları esnetme yeteneğine hayran kalacak. Romanımda üç, hatta Rukiye'nin Hatice'ye olan tutkusunu katarsak dört aşk var. Cinselliğin ve aşka bu kadar önem vermemin nedeni birinci romanımdan aldığım derstir.
- Kitabın diğer bir temel dinamiği; dinin birtakım başka meselelere alet edilmesi ve bunun yaratacağı sorunlar. Muhammed Abdulbaki (namı diğer İrfan) aracılığıyla okurlarınıza doğrunun ne olduğunu işaret ettiğinizi söyleyebilir miyiz?
- Evet. Romanı yazma amacım bu zaten. Farkındaysanız son yıllarda dinsel öğretileri ve tarikatları övmek moda oldu. Etrafımız "Benim dedem şeyhti, benim dedem hocaydı" diyenlerle dolu. Hayat felsefesi ne olursa olsun, kendisi nasıl yaşarsa yaşasın mistisizmi övenler, aferin alıyor. Bu kişiler belki menfaatleri öyle gerektirdiğinden, belki kendilerini güvende hissetmek için öyle davranıyorlar, bilemiyorum. Kimse laikliğin öneminden, din kisvesi altında insanları acımasızca sömürenlerden bahsetmiyor. Beş altı yaşında ayağında şalvar, kafasında takke ile dolaşan küçücük çocukları yadırgamıyoruz artık. Örneğin; 90'lı yıllarda din kisvesi altında insanları kendi emellerine alet edenler bugün nereye gittiler? Ben söyleyeyim, aramızdalar, dini emellerine alet etmeye devam ediyorlar. Bir farkla; artık BMW'ye biniyor, hizmetçili evlerde, havuzlu villalarda yaşıyorlar.
DOKTORLUKTAN KALAN ZAMANIMI OKUMA-YAZMAYA AYIRIYORUM
İlk romanım için bir okurum "Kitabı elimden bırakamadım, neredeyse gözlerim kör olacaktı" diye yazmıştı. Bir yazar için bundan büyük bir ödül olamaz. Övünmek gibi olmasın biraz çalışkanımdır, zamanı çok iyi kullanır, bir dakikamı boş geçirmem. Ortalama Türk insanı vaktinin büyük kısmını sohbetle geçirir, benim sosyal ilişkilerim biraz zayıf olduğu için mesleğim dışındaki tüm zamanı okuma-yazmaya ayırıyorum. Zorla okunan kitapların verdiği mutsuzluğu bilirim; devam etseniz bir dert, yarım bıraksanız başka dert. Bence iyi bir romanın olmazsa olmazı 'sürükleyici' yapısıdır. Sıkıcı bir roman, kitabı satın alan kişiye, okura ihanettir, okuru aldatmaktır. Bir romanı bitirdiğinizde "İyi ki okudum, arkadaşıma söyleyeyim, o da okusun" demiyorsanız o roman, yazarı Nobel de alsa iyi bir roman değildir. Kendi adıma romanımın sürükleyici olmasını, okuyanın "Daha önce bu kadar güzelini okumadım" demesini hedeflerim.
BU KİTABIMI YAZARKEN ÇOK ŞAŞIRDIM
Bozkırın Efendisi'ni yazarken uzun süren araştırma yapmıştım. Ölmeden Önce romanımda da, olaylar bir Nakşibendi Tarikatı çevresinde geçtiği için ister istemez Kur'an'a ve hadislere atıfta bulunmam gerekti ki, bu da kaçınılmaz olarak dipnotlar gerektiriyor. Romanımın inançlı kesimde bir tartışmaya neden olacağını düşünüyorum. Madem dindar bir toplum isteniyor o zaman dini öğretileri iyi yönüyle kötü yönüyle, eğmeden bükmeden, tüm gerçekliğiyle öğrenelim, dinsel öğretilerin ötekine, kadına, bilime bakışının ne kadar sert ve çağdışı olduğunun farkına varalım. Ben kendi adıma İslam dininin yalan yere yemin edenleri korumaya yönelik tedbirler içerdiğini öğrendiğimde çok şaşırdım.
-Çağlayan Çevik-Hürriyet
Malatya'daki bir Nakşibendi Tarikatı'nın son iki temsilcisi üzerinden dini kendi emellerine alet edenlerin ülkeye ve insanlara vereceği zararları ve Doğu'nun akl-ı piranesi ile Batı'nın bikr-i fikrini bir araya getirmenin olumlu sonuçlarını anlatıyor. Bilhassa 90'lı yıllarda sıkça karşımıza çıkan tarikat ve temsilcilerinin aradan geçen zamanda, toplumda nasıl kanıksandığını ve daha önce kendi içine kapalı yaşayan bu toplulukların bugün ne kadar güçlendiklerini eğlenceli bir şekilde aktarıyor. Murat Kınıkoğlu ile "Bunu bir aydınlanma romanı olarak yazdım" dediği yeni romanı Ölmeden Önce'yi konuştuk.
- Bozkırın Efendisi tarihi bir romandı. Ölmeden Önce ise nisbeten bugünlere uzanıyor. Konu ve tür açısından bakarsak Türkiye'nin meselelerine yöneldiğinizi söyleyebilir miyiz?
- Yazmayı seviyorsanız, anlatacak bir hikâyeniz de varsa konu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Türk tarihi denince hepimizin aklına Osmanlı geliyor. Sanki daha önce yokmuşuz da İslâm'la birlikte ortaya çıkmışız gibi. İlk romanım Bozkırın Efendisi'nde bu imajı değiştirmeye çalıştım. Ölmeden Önce'ye gelince... Günümüz Türkiyesi'nin en büyük sorunu, ülkenin gidiş yönünün uygar Batı dünyasından mistik Doğu dünyasına çevrilmesidir. Benim yaşımda olanlar kendi çocukluklarıyla günümüz Türkiyesi'ni kıyaslıyor ve aradaki farkı görüyor. Büyüklerimiz ve basındaki liberal akıl hocalarımız "Korkmayın hiçbir şey olmaz" diyor. Umarım haklı çıkarlar. Umarım bugün savundukları özgürlük ve haklar, gelecek yıllarda kendilerine tanınır. Aydın kesimin gerçeklere ışık tutma gibi bir görevi olduğunu düşünüyorum. Ölmeden Önce'yi bu görev bilinciyle, Batı ile Doğu, bilim ile dogma arasındaki çatışmanın bir tarafı olarak yazdım.
- Kitabın karakterleri, tıpkı 'romantik edebiyat' anlayışındaki gibi. İyiler hep iyi, kötüler hep kötü... Gerçekten de insanlar daima iyi ve daima kötü olarak mı sürdürürler yaşantılarını?
- İstisnaları saymazsak evet. En iyiye beyaz, en kötüye siyah diyelim, herbirimizin bu iki uç arasında bir yeri-rengi vardır. Kimse siyah, kimse beyaz değil, hepimiz grinin tonlarıyız. Bu tonlamada genetik mirasın önemi çok büyüktür. 10 yaşında iyi kalpli olan bir çocuk çok büyük ihtimalle 80 yaşında tonton iyi kalpli bir dede olacaktır. Nitekim son yıllarda yapılan çalışmalar bazı karakter özelliklerinin büyük ölçüde genetik yapıya bağlı olduğunu gösterdi. Genetik yapınız şiddete meyilliyse, üzerine bir de kötü çevre eklendi mi iyice siyaha yaklaşıyorsunuz. Buna karşılık edebiyatta 'karakterizasyon' dediğimiz bir şey vardır. Okura veya seyirciye kötü olarak tanıttığınız karakteri kurgunuzla bir köşeye sıkıştırıp karar vermesi için zorladığınızda içindeki iyilik ortaya çıkar. Bu, okura veya seyirciye çok güzel bir duygu verir.
ÖLÜM HEPİMİZİN EN BÜYÜK KORKUSUDUR
- Romanda bütün karakterlerin hayatını, kaderini 'aşk' ve karşı cinsle olan ilişki şekilleri belirliyor. 'Aşk'ın belirleyici olduğu bir roman, demek ne kadar doğru olur sizce?
- Ölmeden Önce'yi bir 'aydınlanma romanı' olarak yazdım. Ana karakterlerden biri, düştüğü bunalımdan tarikat öğretisiyle çıkacağını sanan bir Cumhuriyet çocuğu. İrfan Bey ise bu genç adama aklın yolunu göstermeye çalışıyor. 'Ölüm' hepimizin en büyük korkusu. Ölümle yüzleşen kişilerin geçmişlerini ve hayat felsefelerini sorgulamaları olağan. Beş vakit namazında bir sofu, ölümle karşılaştığında inkâra yeltenebilir ya da tam aksi o güne kadar alnı secdeye değmemiş kişi camiden çıkmaz olur. Ölüm korkusundan kurtulmanın yollarından biri dünya nimetleriyle hemhâl olmaktır. Şeyh Efendi'nin din adamı iddiasında olmasına karşın parayı çok seven kardeşi Vakkas, mevcut dört karısıyla yetinmeyip yeni aşkların, masum güzelliklerin peşine düşüyor. Okur, onun hedefine ulaşmak için yaptıklarına, özellikle dini kuralları esnetme yeteneğine hayran kalacak. Romanımda üç, hatta Rukiye'nin Hatice'ye olan tutkusunu katarsak dört aşk var. Cinselliğin ve aşka bu kadar önem vermemin nedeni birinci romanımdan aldığım derstir.
- Kitabın diğer bir temel dinamiği; dinin birtakım başka meselelere alet edilmesi ve bunun yaratacağı sorunlar. Muhammed Abdulbaki (namı diğer İrfan) aracılığıyla okurlarınıza doğrunun ne olduğunu işaret ettiğinizi söyleyebilir miyiz?
- Evet. Romanı yazma amacım bu zaten. Farkındaysanız son yıllarda dinsel öğretileri ve tarikatları övmek moda oldu. Etrafımız "Benim dedem şeyhti, benim dedem hocaydı" diyenlerle dolu. Hayat felsefesi ne olursa olsun, kendisi nasıl yaşarsa yaşasın mistisizmi övenler, aferin alıyor. Bu kişiler belki menfaatleri öyle gerektirdiğinden, belki kendilerini güvende hissetmek için öyle davranıyorlar, bilemiyorum. Kimse laikliğin öneminden, din kisvesi altında insanları acımasızca sömürenlerden bahsetmiyor. Beş altı yaşında ayağında şalvar, kafasında takke ile dolaşan küçücük çocukları yadırgamıyoruz artık. Örneğin; 90'lı yıllarda din kisvesi altında insanları kendi emellerine alet edenler bugün nereye gittiler? Ben söyleyeyim, aramızdalar, dini emellerine alet etmeye devam ediyorlar. Bir farkla; artık BMW'ye biniyor, hizmetçili evlerde, havuzlu villalarda yaşıyorlar.
DOKTORLUKTAN KALAN ZAMANIMI OKUMA-YAZMAYA AYIRIYORUM
İlk romanım için bir okurum "Kitabı elimden bırakamadım, neredeyse gözlerim kör olacaktı" diye yazmıştı. Bir yazar için bundan büyük bir ödül olamaz. Övünmek gibi olmasın biraz çalışkanımdır, zamanı çok iyi kullanır, bir dakikamı boş geçirmem. Ortalama Türk insanı vaktinin büyük kısmını sohbetle geçirir, benim sosyal ilişkilerim biraz zayıf olduğu için mesleğim dışındaki tüm zamanı okuma-yazmaya ayırıyorum. Zorla okunan kitapların verdiği mutsuzluğu bilirim; devam etseniz bir dert, yarım bıraksanız başka dert. Bence iyi bir romanın olmazsa olmazı 'sürükleyici' yapısıdır. Sıkıcı bir roman, kitabı satın alan kişiye, okura ihanettir, okuru aldatmaktır. Bir romanı bitirdiğinizde "İyi ki okudum, arkadaşıma söyleyeyim, o da okusun" demiyorsanız o roman, yazarı Nobel de alsa iyi bir roman değildir. Kendi adıma romanımın sürükleyici olmasını, okuyanın "Daha önce bu kadar güzelini okumadım" demesini hedeflerim.
BU KİTABIMI YAZARKEN ÇOK ŞAŞIRDIM
Bozkırın Efendisi'ni yazarken uzun süren araştırma yapmıştım. Ölmeden Önce romanımda da, olaylar bir Nakşibendi Tarikatı çevresinde geçtiği için ister istemez Kur'an'a ve hadislere atıfta bulunmam gerekti ki, bu da kaçınılmaz olarak dipnotlar gerektiriyor. Romanımın inançlı kesimde bir tartışmaya neden olacağını düşünüyorum. Madem dindar bir toplum isteniyor o zaman dini öğretileri iyi yönüyle kötü yönüyle, eğmeden bükmeden, tüm gerçekliğiyle öğrenelim, dinsel öğretilerin ötekine, kadına, bilime bakışının ne kadar sert ve çağdışı olduğunun farkına varalım. Ben kendi adıma İslam dininin yalan yere yemin edenleri korumaya yönelik tedbirler içerdiğini öğrendiğimde çok şaşırdım.
-Çağlayan Çevik-Hürriyet
Murat Kınıkoğlu'nun, kimi sorgusuz sualsiz biat eden, kimi kıstırılmışlık duygusuyla boyun eğen, kimi ise sorgulamaktan sonuna kadar vazgeçmeyen karakterleri sizi hem düşündürecek hem güldürecek.
Malatya'daki bir Nakşibendi Tarikatı'nın son iki temsilcisi üzerinden dini kendi emellerine alet edenlerin ülkeye ve insanlara vereceği zararları ve Doğu'nun akl-ı piranesi ile Batı'nın bikr-i fikrini bir araya getirmenin olumlu sonuçlarını anlatıyor. Bilhassa 90'lı yıllarda sıkça karşımıza çıkan tarikat ve temsilcilerinin aradan geçen zamanda, toplumda nasıl kanıksandığını ve daha önce kendi içine kapalı yaşayan bu toplulukların bugün ne kadar güçlendiklerini eğlenceli bir şekilde aktarıyor. Murat Kınıkoğlu ile "Bunu bir aydınlanma romanı olarak yazdım" dediği yeni romanı Ölmeden Önce'yi konuştuk.
- Bozkırın Efendisi tarihi bir romandı. Ölmeden Önce ise nisbeten bugünlere uzanıyor. Konu ve tür açısından bakarsak Türkiye'nin meselelerine yöneldiğinizi söyleyebilir miyiz?
- Yazmayı seviyorsanız, anlatacak bir hikâyeniz de varsa konu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Türk tarihi denince hepimizin aklına Osmanlı geliyor. Sanki daha önce yokmuşuz da İslâm'la birlikte ortaya çıkmışız gibi. İlk romanım Bozkırın Efendisi'nde bu imajı değiştirmeye çalıştım. Ölmeden Önce'ye gelince... Günümüz Türkiyesi'nin en büyük sorunu, ülkenin gidiş yönünün uygar Batı dünyasından mistik Doğu dünyasına çevrilmesidir. Benim yaşımda olanlar kendi çocukluklarıyla günümüz Türkiyesi'ni kıyaslıyor ve aradaki farkı görüyor. Büyüklerimiz ve basındaki liberal akıl hocalarımız "Korkmayın hiçbir şey olmaz" diyor. Umarım haklı çıkarlar. Umarım bugün savundukları özgürlük ve haklar, gelecek yıllarda kendilerine tanınır. Aydın kesimin gerçeklere ışık tutma gibi bir görevi olduğunu düşünüyorum. Ölmeden Önce'yi bu görev bilinciyle, Batı ile Doğu, bilim ile dogma arasındaki çatışmanın bir tarafı olarak yazdım.
- Kitabın karakterleri, tıpkı 'romantik edebiyat' anlayışındaki gibi. İyiler hep iyi, kötüler hep kötü... Gerçekten de insanlar daima iyi ve daima kötü olarak mı sürdürürler yaşantılarını?
- İstisnaları saymazsak evet. En iyiye beyaz, en kötüye siyah diyelim, herbirimizin bu iki uç arasında bir yeri-rengi vardır. Kimse siyah, kimse beyaz değil, hepimiz grinin tonlarıyız. Bu tonlamada genetik mirasın önemi çok büyüktür. 10 yaşında iyi kalpli olan bir çocuk çok büyük ihtimalle 80 yaşında tonton iyi kalpli bir dede olacaktır. Nitekim son yıllarda yapılan çalışmalar bazı karakter özelliklerinin büyük ölçüde genetik yapıya bağlı olduğunu gösterdi. Genetik yapınız şiddete meyilliyse, üzerine bir de kötü çevre eklendi mi iyice siyaha yaklaşıyorsunuz. Buna karşılık edebiyatta 'karakterizasyon' dediğimiz bir şey vardır. Okura veya seyirciye kötü olarak tanıttığınız karakteri kurgunuzla bir köşeye sıkıştırıp karar vermesi için zorladığınızda içindeki iyilik ortaya çıkar. Bu, okura veya seyirciye çok güzel bir duygu verir.
ÖLÜM HEPİMİZİN EN BÜYÜK KORKUSUDUR
- Romanda bütün karakterlerin hayatını, kaderini 'aşk' ve karşı cinsle olan ilişki şekilleri belirliyor. 'Aşk'ın belirleyici olduğu bir roman, demek ne kadar doğru olur sizce?
- Ölmeden Önce'yi bir 'aydınlanma romanı' olarak yazdım. Ana karakterlerden biri, düştüğü bunalımdan tarikat öğretisiyle çıkacağını sanan bir Cumhuriyet çocuğu. İrfan Bey ise bu genç adama aklın yolunu göstermeye çalışıyor. 'Ölüm' hepimizin en büyük korkusu. Ölümle yüzleşen kişilerin geçmişlerini ve hayat felsefelerini sorgulamaları olağan. Beş vakit namazında bir sofu, ölümle karşılaştığında inkâra yeltenebilir ya da tam aksi o güne kadar alnı secdeye değmemiş kişi camiden çıkmaz olur. Ölüm korkusundan kurtulmanın yollarından biri dünya nimetleriyle hemhâl olmaktır. Şeyh Efendi'nin din adamı iddiasında olmasına karşın parayı çok seven kardeşi Vakkas, mevcut dört karısıyla yetinmeyip yeni aşkların, masum güzelliklerin peşine düşüyor. Okur, onun hedefine ulaşmak için yaptıklarına, özellikle dini kuralları esnetme yeteneğine hayran kalacak. Romanımda üç, hatta Rukiye'nin Hatice'ye olan tutkusunu katarsak dört aşk var. Cinselliğin ve aşka bu kadar önem vermemin nedeni birinci romanımdan aldığım derstir.
- Kitabın diğer bir temel dinamiği; dinin birtakım başka meselelere alet edilmesi ve bunun yaratacağı sorunlar. Muhammed Abdulbaki (namı diğer İrfan) aracılığıyla okurlarınıza doğrunun ne olduğunu işaret ettiğinizi söyleyebilir miyiz?
- Evet. Romanı yazma amacım bu zaten. Farkındaysanız son yıllarda dinsel öğretileri ve tarikatları övmek moda oldu. Etrafımız "Benim dedem şeyhti, benim dedem hocaydı" diyenlerle dolu. Hayat felsefesi ne olursa olsun, kendisi nasıl yaşarsa yaşasın mistisizmi övenler, aferin alıyor. Bu kişiler belki menfaatleri öyle gerektirdiğinden, belki kendilerini güvende hissetmek için öyle davranıyorlar, bilemiyorum. Kimse laikliğin öneminden, din kisvesi altında insanları acımasızca sömürenlerden bahsetmiyor. Beş altı yaşında ayağında şalvar, kafasında takke ile dolaşan küçücük çocukları yadırgamıyoruz artık. Örneğin; 90'lı yıllarda din kisvesi altında insanları kendi emellerine alet edenler bugün nereye gittiler? Ben söyleyeyim, aramızdalar, dini emellerine alet etmeye devam ediyorlar. Bir farkla; artık BMW'ye biniyor, hizmetçili evlerde, havuzlu villalarda yaşıyorlar.
DOKTORLUKTAN KALAN ZAMANIMI OKUMA-YAZMAYA AYIRIYORUM
İlk romanım için bir okurum "Kitabı elimden bırakamadım, neredeyse gözlerim kör olacaktı" diye yazmıştı. Bir yazar için bundan büyük bir ödül olamaz. Övünmek gibi olmasın biraz çalışkanımdır, zamanı çok iyi kullanır, bir dakikamı boş geçirmem. Ortalama Türk insanı vaktinin büyük kısmını sohbetle geçirir, benim sosyal ilişkilerim biraz zayıf olduğu için mesleğim dışındaki tüm zamanı okuma-yazmaya ayırıyorum. Zorla okunan kitapların verdiği mutsuzluğu bilirim; devam etseniz bir dert, yarım bıraksanız başka dert. Bence iyi bir romanın olmazsa olmazı 'sürükleyici' yapısıdır. Sıkıcı bir roman, kitabı satın alan kişiye, okura ihanettir, okuru aldatmaktır. Bir romanı bitirdiğinizde "İyi ki okudum, arkadaşıma söyleyeyim, o da okusun" demiyorsanız o roman, yazarı Nobel de alsa iyi bir roman değildir. Kendi adıma romanımın sürükleyici olmasını, okuyanın "Daha önce bu kadar güzelini okumadım" demesini hedeflerim.
BU KİTABIMI YAZARKEN ÇOK ŞAŞIRDIM
Bozkırın Efendisi'ni yazarken uzun süren araştırma yapmıştım. Ölmeden Önce romanımda da, olaylar bir Nakşibendi Tarikatı çevresinde geçtiği için ister istemez Kur'an'a ve hadislere atıfta bulunmam gerekti ki, bu da kaçınılmaz olarak dipnotlar gerektiriyor. Romanımın inançlı kesimde bir tartışmaya neden olacağını düşünüyorum. Madem dindar bir toplum isteniyor o zaman dini öğretileri iyi yönüyle kötü yönüyle, eğmeden bükmeden, tüm gerçekliğiyle öğrenelim, dinsel öğretilerin ötekine, kadına, bilime bakışının ne kadar sert ve çağdışı olduğunun farkına varalım. Ben kendi adıma İslam dininin yalan yere yemin edenleri korumaya yönelik tedbirler içerdiğini öğrendiğimde çok şaşırdım.
-Çağlayan Çevik-Hürriyet
Malatya'daki bir Nakşibendi Tarikatı'nın son iki temsilcisi üzerinden dini kendi emellerine alet edenlerin ülkeye ve insanlara vereceği zararları ve Doğu'nun akl-ı piranesi ile Batı'nın bikr-i fikrini bir araya getirmenin olumlu sonuçlarını anlatıyor. Bilhassa 90'lı yıllarda sıkça karşımıza çıkan tarikat ve temsilcilerinin aradan geçen zamanda, toplumda nasıl kanıksandığını ve daha önce kendi içine kapalı yaşayan bu toplulukların bugün ne kadar güçlendiklerini eğlenceli bir şekilde aktarıyor. Murat Kınıkoğlu ile "Bunu bir aydınlanma romanı olarak yazdım" dediği yeni romanı Ölmeden Önce'yi konuştuk.
- Bozkırın Efendisi tarihi bir romandı. Ölmeden Önce ise nisbeten bugünlere uzanıyor. Konu ve tür açısından bakarsak Türkiye'nin meselelerine yöneldiğinizi söyleyebilir miyiz?
- Yazmayı seviyorsanız, anlatacak bir hikâyeniz de varsa konu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Türk tarihi denince hepimizin aklına Osmanlı geliyor. Sanki daha önce yokmuşuz da İslâm'la birlikte ortaya çıkmışız gibi. İlk romanım Bozkırın Efendisi'nde bu imajı değiştirmeye çalıştım. Ölmeden Önce'ye gelince... Günümüz Türkiyesi'nin en büyük sorunu, ülkenin gidiş yönünün uygar Batı dünyasından mistik Doğu dünyasına çevrilmesidir. Benim yaşımda olanlar kendi çocukluklarıyla günümüz Türkiyesi'ni kıyaslıyor ve aradaki farkı görüyor. Büyüklerimiz ve basındaki liberal akıl hocalarımız "Korkmayın hiçbir şey olmaz" diyor. Umarım haklı çıkarlar. Umarım bugün savundukları özgürlük ve haklar, gelecek yıllarda kendilerine tanınır. Aydın kesimin gerçeklere ışık tutma gibi bir görevi olduğunu düşünüyorum. Ölmeden Önce'yi bu görev bilinciyle, Batı ile Doğu, bilim ile dogma arasındaki çatışmanın bir tarafı olarak yazdım.
- Kitabın karakterleri, tıpkı 'romantik edebiyat' anlayışındaki gibi. İyiler hep iyi, kötüler hep kötü... Gerçekten de insanlar daima iyi ve daima kötü olarak mı sürdürürler yaşantılarını?
- İstisnaları saymazsak evet. En iyiye beyaz, en kötüye siyah diyelim, herbirimizin bu iki uç arasında bir yeri-rengi vardır. Kimse siyah, kimse beyaz değil, hepimiz grinin tonlarıyız. Bu tonlamada genetik mirasın önemi çok büyüktür. 10 yaşında iyi kalpli olan bir çocuk çok büyük ihtimalle 80 yaşında tonton iyi kalpli bir dede olacaktır. Nitekim son yıllarda yapılan çalışmalar bazı karakter özelliklerinin büyük ölçüde genetik yapıya bağlı olduğunu gösterdi. Genetik yapınız şiddete meyilliyse, üzerine bir de kötü çevre eklendi mi iyice siyaha yaklaşıyorsunuz. Buna karşılık edebiyatta 'karakterizasyon' dediğimiz bir şey vardır. Okura veya seyirciye kötü olarak tanıttığınız karakteri kurgunuzla bir köşeye sıkıştırıp karar vermesi için zorladığınızda içindeki iyilik ortaya çıkar. Bu, okura veya seyirciye çok güzel bir duygu verir.
ÖLÜM HEPİMİZİN EN BÜYÜK KORKUSUDUR
- Romanda bütün karakterlerin hayatını, kaderini 'aşk' ve karşı cinsle olan ilişki şekilleri belirliyor. 'Aşk'ın belirleyici olduğu bir roman, demek ne kadar doğru olur sizce?
- Ölmeden Önce'yi bir 'aydınlanma romanı' olarak yazdım. Ana karakterlerden biri, düştüğü bunalımdan tarikat öğretisiyle çıkacağını sanan bir Cumhuriyet çocuğu. İrfan Bey ise bu genç adama aklın yolunu göstermeye çalışıyor. 'Ölüm' hepimizin en büyük korkusu. Ölümle yüzleşen kişilerin geçmişlerini ve hayat felsefelerini sorgulamaları olağan. Beş vakit namazında bir sofu, ölümle karşılaştığında inkâra yeltenebilir ya da tam aksi o güne kadar alnı secdeye değmemiş kişi camiden çıkmaz olur. Ölüm korkusundan kurtulmanın yollarından biri dünya nimetleriyle hemhâl olmaktır. Şeyh Efendi'nin din adamı iddiasında olmasına karşın parayı çok seven kardeşi Vakkas, mevcut dört karısıyla yetinmeyip yeni aşkların, masum güzelliklerin peşine düşüyor. Okur, onun hedefine ulaşmak için yaptıklarına, özellikle dini kuralları esnetme yeteneğine hayran kalacak. Romanımda üç, hatta Rukiye'nin Hatice'ye olan tutkusunu katarsak dört aşk var. Cinselliğin ve aşka bu kadar önem vermemin nedeni birinci romanımdan aldığım derstir.
- Kitabın diğer bir temel dinamiği; dinin birtakım başka meselelere alet edilmesi ve bunun yaratacağı sorunlar. Muhammed Abdulbaki (namı diğer İrfan) aracılığıyla okurlarınıza doğrunun ne olduğunu işaret ettiğinizi söyleyebilir miyiz?
- Evet. Romanı yazma amacım bu zaten. Farkındaysanız son yıllarda dinsel öğretileri ve tarikatları övmek moda oldu. Etrafımız "Benim dedem şeyhti, benim dedem hocaydı" diyenlerle dolu. Hayat felsefesi ne olursa olsun, kendisi nasıl yaşarsa yaşasın mistisizmi övenler, aferin alıyor. Bu kişiler belki menfaatleri öyle gerektirdiğinden, belki kendilerini güvende hissetmek için öyle davranıyorlar, bilemiyorum. Kimse laikliğin öneminden, din kisvesi altında insanları acımasızca sömürenlerden bahsetmiyor. Beş altı yaşında ayağında şalvar, kafasında takke ile dolaşan küçücük çocukları yadırgamıyoruz artık. Örneğin; 90'lı yıllarda din kisvesi altında insanları kendi emellerine alet edenler bugün nereye gittiler? Ben söyleyeyim, aramızdalar, dini emellerine alet etmeye devam ediyorlar. Bir farkla; artık BMW'ye biniyor, hizmetçili evlerde, havuzlu villalarda yaşıyorlar.
DOKTORLUKTAN KALAN ZAMANIMI OKUMA-YAZMAYA AYIRIYORUM
İlk romanım için bir okurum "Kitabı elimden bırakamadım, neredeyse gözlerim kör olacaktı" diye yazmıştı. Bir yazar için bundan büyük bir ödül olamaz. Övünmek gibi olmasın biraz çalışkanımdır, zamanı çok iyi kullanır, bir dakikamı boş geçirmem. Ortalama Türk insanı vaktinin büyük kısmını sohbetle geçirir, benim sosyal ilişkilerim biraz zayıf olduğu için mesleğim dışındaki tüm zamanı okuma-yazmaya ayırıyorum. Zorla okunan kitapların verdiği mutsuzluğu bilirim; devam etseniz bir dert, yarım bıraksanız başka dert. Bence iyi bir romanın olmazsa olmazı 'sürükleyici' yapısıdır. Sıkıcı bir roman, kitabı satın alan kişiye, okura ihanettir, okuru aldatmaktır. Bir romanı bitirdiğinizde "İyi ki okudum, arkadaşıma söyleyeyim, o da okusun" demiyorsanız o roman, yazarı Nobel de alsa iyi bir roman değildir. Kendi adıma romanımın sürükleyici olmasını, okuyanın "Daha önce bu kadar güzelini okumadım" demesini hedeflerim.
BU KİTABIMI YAZARKEN ÇOK ŞAŞIRDIM
Bozkırın Efendisi'ni yazarken uzun süren araştırma yapmıştım. Ölmeden Önce romanımda da, olaylar bir Nakşibendi Tarikatı çevresinde geçtiği için ister istemez Kur'an'a ve hadislere atıfta bulunmam gerekti ki, bu da kaçınılmaz olarak dipnotlar gerektiriyor. Romanımın inançlı kesimde bir tartışmaya neden olacağını düşünüyorum. Madem dindar bir toplum isteniyor o zaman dini öğretileri iyi yönüyle kötü yönüyle, eğmeden bükmeden, tüm gerçekliğiyle öğrenelim, dinsel öğretilerin ötekine, kadına, bilime bakışının ne kadar sert ve çağdışı olduğunun farkına varalım. Ben kendi adıma İslam dininin yalan yere yemin edenleri korumaya yönelik tedbirler içerdiğini öğrendiğimde çok şaşırdım.
-Çağlayan Çevik-Hürriyet
AKBANK
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 346,50 | 346,50 |
2 | 176,72 | 353,43 |
3 | 120,12 | 360,36 |
ZİRAAT BANKASI
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 346,50 | 346,50 |
2 | 176,72 | 353,43 |
3 | 120,12 | 360,36 |
İŞ BANKASI
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 346,50 | 346,50 |
2 | 176,72 | 353,43 |
3 | 120,12 | 360,36 |
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.