Anadolu coğrafyası şüphesiz dünya üzerindeki konumu itibariyle üç kıtanın merkezinde bulunan adeta bir uygarlıklar beşiği; süregelmiş on binlerce yıllık yaşamın izlenebilir katmanları ile ortaya koyduğu arkeolojik zenginlik açısından tam bir açık hava müzesidir. Tarih boyunca yabancı seyyahların bu topraklara olan ilgileri, coğrafya hakkındaki izlenimleri, yazıp çizdikleri, burayı bir kültür ve medeniyet köprüsü olarak tanımlamaları bu görüşü ispatlamaktadır. Batılıların arkeoloji/sanat tarihi alanında Osmanlı coğrafyasına giderek artan ilgisi, 19 yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı bürokrasisi içerisinde belli belirsiz, başka bir ifadeyle daha alt seviyede bir farkındalık oluşmasına kapı aralamıştır. İlerleyen tarihlerde Osmanlı devlet adamları ve kültür-sanat meraklılarında artmaya başlayan bu farkındalık/bilinç, Anadolu coğrafyasının arkeolojik zenginliğinin korunmasına yönelik yasal düzenlemelerin de ortaya konulmasına olanak sağlamıştır. Özellikle 19. yüzyılın son çeyreğine doğru hızla gelişen eski eser farkındalığı ve onları koruma/saklama/sergileme çabaları kadar ne yazık ki bu yeni gelişen eski eserler bilimi sahasının hak ettiği ölçüde ve kapsamda Osmanlı eğitim sistemi içerisinde yer alması pek mümkün olmamıştır. Bunun en önemli sebeplerinden biri "Dârulfünün'da ne hakkıyla tedrise ne de layıkıyla tahsile muktedir muallim ve talebe" bulunmamasıdır. Osmanlı'daki arkeoloji derslerinin içerik ve niteliği hakkındaki bilgiler bu nedenle oldukça sınırlıdır. Eckhard Unger'in İlm-i Asar-ı Atika Medhali adlı eseri bu alanda elimizdeki en nadir kaynaklardan biridir.
Anadolu coğrafyası şüphesiz dünya üzerindeki konumu itibariyle üç kıtanın merkezinde bulunan adeta bir uygarlıklar beşiği; süregelmiş on binlerce yıllık yaşamın izlenebilir katmanları ile ortaya koyduğu arkeolojik zenginlik açısından tam bir açık hava müzesidir. Tarih boyunca yabancı seyyahların bu topraklara olan ilgileri, coğrafya hakkındaki izlenimleri, yazıp çizdikleri, burayı bir kültür ve medeniyet köprüsü olarak tanımlamaları bu görüşü ispatlamaktadır. Batılıların arkeoloji/sanat tarihi alanında Osmanlı coğrafyasına giderek artan ilgisi, 19 yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı bürokrasisi içerisinde belli belirsiz, başka bir ifadeyle daha alt seviyede bir farkındalık oluşmasına kapı aralamıştır. İlerleyen tarihlerde Osmanlı devlet adamları ve kültür-sanat meraklılarında artmaya başlayan bu farkındalık/bilinç, Anadolu coğrafyasının arkeolojik zenginliğinin korunmasına yönelik yasal düzenlemelerin de ortaya konulmasına olanak sağlamıştır. Özellikle 19. yüzyılın son çeyreğine doğru hızla gelişen eski eser farkındalığı ve onları koruma/saklama/sergileme çabaları kadar ne yazık ki bu yeni gelişen eski eserler bilimi sahasının hak ettiği ölçüde ve kapsamda Osmanlı eğitim sistemi içerisinde yer alması pek mümkün olmamıştır. Bunun en önemli sebeplerinden biri "Dârulfünün'da ne hakkıyla tedrise ne de layıkıyla tahsile muktedir muallim ve talebe" bulunmamasıdır. Osmanlı'daki arkeoloji derslerinin içerik ve niteliği hakkındaki bilgiler bu nedenle oldukça sınırlıdır. Eckhard Unger'in İlm-i Asar-ı Atika Medhali adlı eseri bu alanda elimizdeki en nadir kaynaklardan biridir.
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 158,76 | 158,76 |
2 | 80,97 | 161,94 |
3 | 55,04 | 165,11 |
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 158,76 | 158,76 |
2 | 80,97 | 161,94 |
3 | 55,04 | 165,11 |
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 158,76 | 158,76 |
2 | 80,97 | 161,94 |
3 | 55,04 | 165,11 |