Destanlar, millî ruhun kaynama ve oluşma devirlerinde meydana gelen olayların, tarihle efsanenin bulanık eşiğinde halk irfanı elinde işlenmesiyle doğmuş, sonraki asırlarda yetenekli ozanların çabalarıyla derlenip geleceğe intikal etmiş görkemli kahramanlık anıtlarıdır. Bu intikal, bazen bütünlüğünü muhafaza etmiş hâlde millî edebiyatın korunmuş bir önüncü olarak destan metninin günümüze taşınması biçiminde olur, bazen de tekrar işlenmeye hazır antik birer cevher parçası hâlinde geleceğin sanatçı ve âlimlerinin önüne heyecan uyandırıcı bakiyeler olarak destan metnini düşürür. İşte burada fikir ve sanat adamlarının şevkiyle gönenmek üzere destanın çalışılması ve işlenmesi gerekir.
Ziya Gökalp'ın küçük destan parçalarını nazım yoluyla yeniden işleme teşebbüslerinden sonra, Türk destanının Uğuz Kağan'ı merkeze alan büyük anlatısını Uğuznâmeler, Şecere-i Türk, Dede Korkut Kitabı hatta Türk kahramanlarının zikredildiği yabancı destanlar gibi tarihî kaynaklardan beslenmek suretiyle boşlukları doldurarak ilk defa ele alan Dr. Rıza Nur olmuştur. Rıza Nur, seneler boyunca Türk edebiyatı üzerine çalışmalarını sürdürdükten sonra, bugün özgünlüğü tartışılmayacak hacimli ve muhalled eserlerini ortaya koymuş, ardından bu büyük birikimi Türk millî destanının anlatı bütünlüğü içinde şiirleştirilerek inşası için son büyük mesaisinde kullanmıştır. İlmî bir çabanın, sanat yoluyla ihyası büyük Türkçü Ziya Gökalp'ın semereli mirasının da en parlak yordamlarından biridir. İşte bu çaba içinde Rıza Nur, eserini hem "Arapça ve Farsçanın yerini doldurmak" üzere zengin bir hazine olarak gördüğü Çağatay dil varlığından devşirilen kelimelerle nakış gibi işlemiş hem de Türkçülük anlayışının ve dünya görüşünün bütün cephelerini eserine yansıtarak parlak bir iş başarmış, bir nevi "Türk Şahnamesi" vücuda getirmiştir.
Rıza Nur, 20'li yıllar boyunca Şecere-i Türk ve Uğuznâme çalışmalarını tamamladıktan sonra son eseri olan Uğuz Kağan Destanı'nın iskeletini 1932 yılında Paris'te kurmuş, kendisini bütünüyle bu esere vermesi 30'lu yılların ikinci yarısında mümkün olabilmiş ve 1 Kasım 1937'de İskenderiye'de başladığı Destan'a 29 Ekim 1939'da İstanbul'da noktayı koymuştur.
Müellif hattı tek bir el yazması nüsha olarak manevi evladı ve mirasçısı Atsız Bey'in terekesinden bize ulaşan bu anıtsal eseri, Taksim Sülün Palas'ta tamamlanışından 83 yıl sonra, yine aynı muhitte, daha iyisini ortaya koyacak Türk şair ve sanatçılarının mahir ellerine emanet edilmek üzere mutlulukla neşrediyoruz.
Destanlar, millî ruhun kaynama ve oluşma devirlerinde meydana gelen olayların, tarihle efsanenin bulanık eşiğinde halk irfanı elinde işlenmesiyle doğmuş, sonraki asırlarda yetenekli ozanların çabalarıyla derlenip geleceğe intikal etmiş görkemli kahramanlık anıtlarıdır. Bu intikal, bazen bütünlüğünü muhafaza etmiş hâlde millî edebiyatın korunmuş bir önüncü olarak destan metninin günümüze taşınması biçiminde olur, bazen de tekrar işlenmeye hazır antik birer cevher parçası hâlinde geleceğin sanatçı ve âlimlerinin önüne heyecan uyandırıcı bakiyeler olarak destan metnini düşürür. İşte burada fikir ve sanat adamlarının şevkiyle gönenmek üzere destanın çalışılması ve işlenmesi gerekir.
Ziya Gökalp'ın küçük destan parçalarını nazım yoluyla yeniden işleme teşebbüslerinden sonra, Türk destanının Uğuz Kağan'ı merkeze alan büyük anlatısını Uğuznâmeler, Şecere-i Türk, Dede Korkut Kitabı hatta Türk kahramanlarının zikredildiği yabancı destanlar gibi tarihî kaynaklardan beslenmek suretiyle boşlukları doldurarak ilk defa ele alan Dr. Rıza Nur olmuştur. Rıza Nur, seneler boyunca Türk edebiyatı üzerine çalışmalarını sürdürdükten sonra, bugün özgünlüğü tartışılmayacak hacimli ve muhalled eserlerini ortaya koymuş, ardından bu büyük birikimi Türk millî destanının anlatı bütünlüğü içinde şiirleştirilerek inşası için son büyük mesaisinde kullanmıştır. İlmî bir çabanın, sanat yoluyla ihyası büyük Türkçü Ziya Gökalp'ın semereli mirasının da en parlak yordamlarından biridir. İşte bu çaba içinde Rıza Nur, eserini hem "Arapça ve Farsçanın yerini doldurmak" üzere zengin bir hazine olarak gördüğü Çağatay dil varlığından devşirilen kelimelerle nakış gibi işlemiş hem de Türkçülük anlayışının ve dünya görüşünün bütün cephelerini eserine yansıtarak parlak bir iş başarmış, bir nevi "Türk Şahnamesi" vücuda getirmiştir.
Rıza Nur, 20'li yıllar boyunca Şecere-i Türk ve Uğuznâme çalışmalarını tamamladıktan sonra son eseri olan Uğuz Kağan Destanı'nın iskeletini 1932 yılında Paris'te kurmuş, kendisini bütünüyle bu esere vermesi 30'lu yılların ikinci yarısında mümkün olabilmiş ve 1 Kasım 1937'de İskenderiye'de başladığı Destan'a 29 Ekim 1939'da İstanbul'da noktayı koymuştur.
Müellif hattı tek bir el yazması nüsha olarak manevi evladı ve mirasçısı Atsız Bey'in terekesinden bize ulaşan bu anıtsal eseri, Taksim Sülün Palas'ta tamamlanışından 83 yıl sonra, yine aynı muhitte, daha iyisini ortaya koyacak Türk şair ve sanatçılarının mahir ellerine emanet edilmek üzere mutlulukla neşrediyoruz.
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 1.620,00 | 1.620,00 |
2 | 826,20 | 1.652,40 |
3 | 561,60 | 1.684,80 |
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 1.620,00 | 1.620,00 |
2 | 826,20 | 1.652,40 |
3 | 561,60 | 1.684,80 |
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 1.620,00 | 1.620,00 |
2 | 826,20 | 1.652,40 |
3 | 561,60 | 1.684,80 |